Site icon Radüs Dergisi

İktisat ve Düşünce Açıları…

Bölüm – 1: Klasik İktisat

Klasik iktisat düşüncesinin başlangıcı, Adam Smith’in 1776 yılında yayımlanan ‘Milletlerin Zenginliği’ adlı eserine dayanır. Arz ağırlıklı bir teori olan klasik iktisat, devletin ekonomiye mümkün olduğunca az müdahale etmesi gerektiğini savunanların bir düşüncesi olarak iktisat tarihinde yer almıştır (A. Smith, D. Ricardo, J. B. Say, T. R. Malthus, J. S. Mill, J. Bentham, F. Bastiat, en önemli temsilcileridir. ).

Klasik iktisat düşüncesi, kendinden önce gelen diğer düşüncelerin aksine bireye ve bireysel girişimciliğe önem vermiş ve bireyin faaliyetlerini sınırlayıcısı olarak gördüğü devlete çok az görev yüklemiştir. Devlet; savunma, güvenlik, adalet ve diplomasi görevleri haricinde piyasaya herhangi bir müdahalede bulunmayacak; sınırlı bir alanda mal ve hizmet üretimi gerçekleştirdiği için harcamaları da bu alanda sınırlı kalacak; harcamalarının finansmanını da özel kişi ve kuruluşlardan alacağı minimum seviyedeki vergiden sağlayacaktır. Devletin maliye politikası aracı, küçük denk bütçeden yana olmalıdır. Bu sebeple bütçe açığı ne kadar can sıkıcı bir durumsa bütçe fazlası da bir o kadar sıkıntılı bir durum olacaktır. Herhangi bir ekonomik istikrarsızlık söz konusu olduğunda ise iktisat politikası aracı olarak mali politikalar yerine para politikası (Banka rezervlerinin azaltılması, açık piyasa işlemler, vs…) tercih edilecektir. Tam rekabet, ücret ve faiz esnekliği gerçekleştiği takdirde ekonomi daima kendiliğinden tam istihdamda olacak, üretilen her mal satılacak, stok artışı ya da üretim yetersizliği gibi dengesizliklerle karşılaşılmayacak; fiyatlar genel seviyesi, hem enflasyonist hem deflasyonist baskılara yol açmayacaktır. Klasik iktisatçıların ‘görünmeyen eli’, ekonomiyi istenilen yönde sürükleyecektir.

Klasik İktisatçıların Temel Görüşleri

– Piyasada tam rekabet koşulları geçerlidir (Serbest piyasada),

– Arz yönlü ekonomi geçerlidir,

– Ücret, faiz ve mal fiyatları esnektir,

– Devlet müdahalesine karşıdırlar,

– Her art kendi talebini karşılar (SAY Yasası*),

– Ekonomi tam istihdamda dengeye gelir,

– Para sadece bir değişim aracı olarak görülür (Bu duruma dikotomik analiz denir.)

– Tasarruflar her zaman yatırıma dönüşmelidir, gömüleme yoktur.

Klasik iktisatçıların uygun görmüş olduğu para politikası; para arzı değişikliğinin faiz oranlarını, faiz oranlarına olan bu etkinin de yatırımları ne kadar etkilediği ile alakası olan bir politikadır. Örneğin genişletici bir para politikası sistemi düşünelim. Para arzı artacak, artan para arzı faizleri belli bir noktaya düşürecek. (Faiz oranında yaşanan bu düşüşe likidite etkisi denir) Düşen faiz oranlarıyla beraber de yatırımlar artacak, yatırımların artmasıyla da gelir artışı yaşanacaktır. Fakat gelirin artması ile birlikte gelen para talebi artışı, faiz oranlarını etkileyip onların da bir miktar artmasına neden olacaktır. (Tüm bu etkileşimlerin hepsinin bir arada olduğu zincir, aktarma mekanizmasıdır) Tüm bu aktivite ve faaliyetler tamamlandığı zaman, başlangıç noktasına göre ekonomi artık daha düşük faiz ve daha yüksek bir gelir seviyesinde dengeye gelmiş olacaktır. Para talebinin faize duyarlılığı düşük, yatırımın faize duyarlılığı ise yüksek olduğundan dolayı para politikası özellikle klasikçiler tarafından tercih edilmektedir.

*Say Yasası: Jean Baptiste Say tarafından ileri sürülen, ‘Her arz kendi talebini yaratır.’ Kuramıdır. Bu yasa için fiyatlar maliyetlere eşit olmalı, maliyetler gelirlere eşit olmalı ve bütün gelirler harcanmalıdır. Eğer piyasada dolaşan para; mal ve hizmet miktarından fazla ise fiyatlar artar; az ise fiyatlar düşer ve yine denge sağlanır. Bu dalgalanma ise miktar teoremidir.

Saygılarımla…

Exit mobile version